Skip to main content

Son yılların kadın işçi eylemlerine içeriden bakmak

Rapor

Bahar Gök

Son iki yıldır sanayi bölgelerinde işçi eylemlilikleri ve isyan dalgaları yükseliyor. Buralarda da kadın işçiler gittikçe daha görünür oluyor, işçi eylemlerinin örgütlenmesinde aktif rol oynuyor. Kadın işçilerin bu biriken öfkesinin pandemi dönemiyle yakından ilişkili olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Koronavirüs salgını nedeniyle ilan edilen pandemi iki yıla yakın bir süre tüm dünyada etkisini hissettirdi. Resmi rakamlara göre dünyada 6.839.960 kişinin öldüğü salgından yine resmi rakamlara göre 685.273.221 kişi etkilendi. İnsanların sokağa çıkamadığı, öğrencilerin okula gidemediği, sağlık hizmetlerine yeterli düzeyde erişemediği, yaşlıların toplu taşımaya binmesinin yasaklandığı, çalışanların Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) ile sefalet ücretine mahkûm edildiği bir dönemde, yaşamsal ihtiyaçların dahi belli saatler içerisinde temin edilmesi gibi bir dizi ‘tedbir’ hayatı çekilmez hale getirdi. Kadınların ev içi bakım emeği yükünü katlayan bu süreçte ücretli bir işte çalışan kadınlar açısından tablo daha da kötüleşti. Kamu ve hizmet sektöründeki kadınlar evden çalışırken sanayi işçisi kadınlar, fabrikalarda hastalık bulaşma riskiyle karşı karşıya bırakıldı. Çoğu fabrikada maske bile verilmedi.

Pandemi sürecinde zaten düşük ücretle çalıştırılan kadın işçilerin daha da düşük ücretlere mecbur edildiği, çalışma şartlarının kölelik düzenine eşitlendiği, kadınların fazla mesai dayatmasına, cinsel taciz ve mobbinge daha fazla maruz kalıp bir de işçi sağlığı ve güvenliği (İSG) tedbirlerinin rafa kaldırıldığı örnekler hala aklımızda. Yine pandemide fırsatı kaçırmayan patronların KÇÖ’yü mobbing uygulamak için kullandığını, işten çıkarmaların sözde yasaklandığını ancak işçilerin sicilini bozmayı amaçlayan kodların devreye konulduğunu gördük. Kod 29 olarak hayata geçirilen, İş Kanunu’nda 25/2 olarak bilinen madde aslında yıllardır tazminatsız işten atmak için kullanılmasıyla aşina olduğumuz bir uygulamaydı. Pandemi dönemindeki sözde işten çıkarma yasağını delmenin yolu haline geldi. Kanun maddesinde “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” olarak geçen işten çıkarma gerekçesi, kamuoyuna direkt ‘ahlaki nedenler’ olarak duyurulduğunda, özellikle kadın işçiler arasında büyük bir tedirginlik yarattı. ‘Ahlaki’ kodlarla işten atılmak yalnızca kadınların işçilik sicilini bozmayacak, aynı zamanda ailesi ve tüm sosyal çevresi tarafından           yargılanmasına neden olacaktı. Ki öyle de oldu.

Sinbo fabrikasında Tüm Otomotiv ve Metal İşçileri Sendikası’nın (TOMİS) örgütlenme çalışmasını yaptığı için Kod 29 ile işten atılan Dilbent Türker, fabrika önünde 1 yıla yakın sürdürdüğü direniş boyunca her gün, işçileri fişlemenin ‘yeni’ biçimi olan kodları teşhir etti. Aynı dönemde bağımsız sendikaların farklı iş kollarında yürüttüğü mücadele ve direnişlerle birlikte Carrefour Esenyurt depodan atılan Murat Polat ve Carrefour Şaşkınbakkal Şubesi’nden atılan Gülbin Demirel’in eş zamanlı tekil direnişlerinin de ses getirdiğini unutmayalım. Dilbent Türker’in direnişinin sahiplenilmesiyle birlikte “Kod 29 kaldırılsın” talebi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ‘dikkatini çekti.’ Bunun üzerine tek bir kodla değil, detaylandırılmış şekilde 10 farklı kodla daha detaylı bir fişleme dönemine geçildi. Pandeminin işçi sınıfına hediye ettiği bu kodlar üzerinden saldırı kalıcılaştı ve bugün, işyerinden isteğe bağlı çıkışlarda dahi, söz konusu kodlar kullanılmaya devam ediyor. Depolardan tekstile, metalden plastiğe pek çok sektörde kadın işçiler birbirine benzer sorunlarla baş ediyor. Peki, son döneme hangi direnişler damgasını vurdu, bu direnişlerde kadınlar nasıl yer aldılar, çalışma yaşamında mobbinge, tacize, ayrımcılığa, sömürüye karşı nasıl mücadele ettiler ve neler talep ettiler? Direnişler sırasında göz önünde olmalarına rağmen pazarlık aşamasına gelindiğinde talepleri sendikalarda yeterince karşılık buldu mu? Elbette işçi direnişlerinin tamamını bu yazıya sığdırmak mümkün değil, ama bu raporda Kadın İşçi olarak takip ettiğimiz ve haberini yaptığımız, kadın işçilerin talepleri ve eylemlerin özgünlükleri açısından öne çıkan direnişlere genel bir bakış sunmayı umuyoruz.

Migros Depo Direnişleri

Pandemi yasaklarının kısmen azalmaya başladığı andan itibaren üretim alanlarından sesler yükselmeye başladı. İlk olarak 2020’nin sonlarına doğru Gebze Çayırova’da bulunan Migros depo işçileri bağımsız sendika olan DGD-SEN’de örgütlendikleri için ücretsiz izne çıkarıldı ve depo önünde direnişe başladı. 40 kişiyle başlayan direnişte, kadın işçilerin anlattıklarıyla pandemi döneminde üretim alanlarında kadın işçilere dayatılan insanlık dışı çalışma koşulları ve kodlarla işten atma saldırıları tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmış oldu.

TÜRK-İŞ’e bağlı Tez Koop-İş Sendikası eski başkanlarından Veysel Cingöz’ün sahibi olduğu Us Group adlı taşeron firmada çalışan işçilerin direnişi 120 gün sürdü. Direnişin ilk günlerinde çok fazla söz almayan kadın işçiler, zaman içerisinde hem sendikanın güven oluşturması hem de işyerinin kadın işçiler üzerinde giderek artan tehditlerini devam ettirmesi sonucunda, depolarda yaşadıkları cinsel tacizi ve mobbingi, uygulayan amir ve ustaları ifşa ederek anlatmaya başladılar. İçeride çalışırken amir ve ustaların dayatmalarını kabul etmeyen kadınların soğuk depolara sürülme tehdidiyle karşı karşıya kaldığını paylaştılar. Yine kabul etmedikleri takdirde, tehdide bir de ailelerine kadın işçilerin ‘ahlaksızlık’ yaptığını bildirecekleri ekleniyordu. İçeride çalışırken cinsel tacize maruz kalan kadın işçilerden birinin bayıldığından da sıkça bahsedildi. Sabah 8.00 akşam 23.00 arası çalıştırıldıklarını, zorla fazla mesainin her gün dayatıldığını anlattılar. Yine aktarımlara göre, pazar günleri dahi evlerinin yüzünü göremeyen kadınların fiziksel özellikleriyle alay edilmiş. Yemekler pandemide en ucuza kaçılarak iyice sağlıksız hale getirilmiş ve zehirlenen işçiler olmuş. Kadın işçiler güvensiz, açık alanda olan tuvaletleri, tır şoförleri ile birlikte kullanmak zorunda kalmış. Bu tuvaletler akşam saatlerinde karanlıkta kaldığı için depo işçisi kadınların yeni korkuları oluşmuş. Bütün bunlarla birlikte bu dönemde daha fazla kas ağrıları yaşamaya başlamışlar.

Direnişin devam ettiği günlerde, kadın işçiler mikrofonu ellerine alarak işyerindeki tacizleri ifşa etmeye başladı ve hemen ardından asıl patron olan Tuncay Özilhan’ın talimatlarıyla gözaltına alınmaya başladılar. Gözaltı esnasında kadın işçilere yönelik polisin tutumu da depo içerisindekinden farklı değildi. Hatta bir kadın işçi, telefonuna el konularak fabrika önünde, tel örgüler arkasında zoraki tutularak polis tarafından taciz edilmişti. 8 Mart yaklaşırken kadın işçilerin inisiyatifi ele aldığı bu direnişe destek eylemleri örgütlenmeye ve Migros’a karşı boykot kampanyalarına başlandı. Oldukça etkili olan bu eylemlerde feministler de yer aldı. Migros mağazalarında ajitasyon çekip, yaygın bir şekilde sticker yapıştırma, sosyal medya eylemleri vb. Migros yönetiminde karşılık buldu.

DGD-SEN temsilci ve yöneticileriyle yapılan toplantıların birinde, kadın işçilerin cinsel tacize dair şikayetlerini dikkate alarak “Kadının beyanı esastır” ilkesini kendilerinin de ‘savunduğunu’ dile getiren yönetim, ifşaların son bulması gerektiğini söylemişti. Migros direnişi, bu anlamda kadınların direnişine dönüşen bir eylem oldu. İlk defa böylesi bir kazanım elde edilmesi açısından da oldukça önemli bir yerde duruyor.

Sendikal baraj nedeniyle Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yetkisi bulunmayan -aynı zamanda fiili mücadeleyi esas aldıklarını sıklıkla dile getiren- sendika, işçilerin de talebiyle maddi güçleri kalmadığı için direnişi sonlandırma kararı aldı. Atılan kadın işçilerin tamamı, sendikanın ilişkileri sayesinde başka depolarda ya da lojistik sektöründe iş başı yaparak sendikal çalışmalar yürütmeye devam ediyorlar.

Esenyurt Depo

Migros Gebze deposunda işçilerin mahkemesi devam ederken Şubat 2022’de Esenyurt depo işçileri direnişe başladı. Yine aynı taleplerle işyeri içerisinde eylem yapan işçiler bu kez maaşların çok düşük olması, kesilen fazla mesailer ve İSG önlemlerinin alınmamasına karşı talepler oluşturdular. 1 hafta boyunca işyeri içerisinde tavizsiz bir şekilde iş bırakan işçiler, bir haftanın sonunda polis saldırısıyla dışarı çıkarıldı. Depo önünde direnişe başlayan işçilerin içerisinde kadınların sayısının çok düşük olmasına rağmen (depoda çalışanların arasında da kadın çalışanların sayısı düşük) kadınlar direniş süresince taviz vermeden en önde yer aldılar. Servis ve yemek sorunlarının çözülmemesi, 13 saate varan çalışma süreleri, iş kazalarının sıklığı, zemin sorunundan dolayı işçilerin kısa sürede kaslarında meslek hastalıklarının oluşmasının yanı sıra cinsiyet eşitsizliklerine de vurgu yapan kadın işçiler, Migros’un kadınları amir yapmadığını da dile getirmişti.

Saat ücretine “1 ekmek parası zam” diyerek 4 lira artış talebinde bulunan 257 işçi de yine bahsi geçen kodlarla işten atılmıştı. Kapı önü direnişi boyunca gözaltılara karşı da güçlü bir karşı duruş sergileyen işçiler, arabulucu süreci işleterek işe geri başladı. İşyeri yönetiminin, işçilerin taleplerini tek tek yerine getireceği sözünü vermesiyle birlikte iş başı yapan işçiler, verilen sözler yerine getirilmediğinde farklı biçimlerde eylem yapmaya devam ettiler. Bunun bir örneği depo içerisinde taciz eden amirler ve yöneticilere karşı kadın işçilerin imza toplayarak bu kişilerin işten atılmasını sağlaması oldu.

Pandemide gerçekleşen ilk eylemlerden biri olarak hatırlatılması gereken Migros direnişi, kadın işçilerin hem yaşadıkları sorunları dile getirmeleri hem bunları talebe dönüştürmeleri hem de sendikaların, cinsiyete dayalı doğru politikalar izlediklerinde kadınların direnişlerden güçlenerek çıkmasına dair ender örneklerden biri.

Mitsuba Otomotiv

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze 2 No’lu Şube’nin örgütlediği Mitsuba fabrikasına, sendikanın yetkili olduğuna dair ulaşan kararın ardından işyeri yönetimi, 2021 Ekim ayının başında 2’si erkek 2’si kadın 4 işçiyi işten attı. Atılan işçiler fabrika önünde direnişe başladı ve içeride çalışan işçiler üzerinde baskılar arttı. Baskılara boyun eğmeyen işçilerden altısının da 11 Ekim’de işten atıldığını öğrenen fabrika işçileri işgal eylemine başladı. Olası bir yeniden işten atılma durumunda işgal eylemi kararı alan sendika işyeri komitesinin kararını, kadın işçilerin anında hayata geçirdiği aktarılıyor. İkinci kata çıkan asansör kapılarının önüne kasaları koyarak giriş çıkışları kapatan kadın işçiler ertesi gün akşam saatlerine kadar uyumadan nöbet tuttular, fabrika önüne gelen insanların desteğine sloganlarla karşılık verdiler.

Otomotiv sektörüne plastik parçalar üreten Mitsuba yönetiminin elektrik ve suyu kestiği fabrikaya, sendika bir şekilde yemek ulaştırarak işçilerin rahatsızlanmasının önüne geçti. Bu arada geçmişte de sendikal bir süreç yaşandığı için hazırlıklı olan fabrika yönetimi, sektörünü petro-kimyadan metale geçirdiği için işçiler metal sendikasında örgütlenmek zorunda kalmışlardı. Atılan işçiler işe geri alınana ve patron TİS masasına oturana kadar işgal eylemine devam edeceğini söyleyen işçiler, Mitsuba’nın TİS masasına itiraz etmeden oturması talebiyle 12 Ekim akşam saatlerine kadar çok güçlü bir direniş yürüttüler. Valilik talimatıyla çevik kuvvet ve özel harekât birimlerinin müdahale edeceği tehditlerine aldırış etmeyen işçilerin direnişini sendikal bürokrasi kırdı. Sendikanın genel başkanı ve şube yöneticileri, işgalci işçilerden de 3 kişiyi alarak bir heyet oluşturdu. Yapılan görüşmede, heyette yer alan işçilerin itirazlarına rağmen atılan işçiler işe geri alınmadan eylemin sonlandırılması kararı alındı. 

Sendikanın aldığı karara uymak zorunda kalan işçiler ağlayarak fabrikayı terk ederken “Biz kazanmadık, sonuna kadar mücadele ettik ama bizi yolda bıraktılar” şeklinde tepki gösterdiler. Üzerinden 2 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına ve BMİS yetkili sendika olmasına rağmen fabrikada hala TİS imzalanmış değil. Hukuki süreç, patronun zaman uzatma hamleleriyle birlikte devam ediyor. İşgal eylemi sonrası işçilerin üzerindeki mobbingin dozu katlanılmaz bir noktaya vardığı için yılların tazminatını bırakarak istifa eden işçiler oldu. Toplamda atılan 6 kadın işçiden yalnızca biri, sendikanın örgütlü olduğu başka bir fabrikada işbaşı yapabildi. Diğer kadın işçilerin ya diploması ya yaşı ya da vardiya sorunundan kaynaklı işe aldırılamayacağı söylendi.

Yıllar sonra ilk defa işgal eylemi yapılmış olmasıyla Mitsuba direnişi, işçi sınıfı tarihi içerisinde ayrı bir yerde duruyor. Devam eden günlerde peş peşe gelen işçi eylemlilikleri içerisinde Mitsuba işgali yeni bir milat oldu diyebiliriz. Bu, kadınlar açısından da, işgal eylemini anında hayata geçirenlerin kadın işçiler olmasıyla heyecan verici bir direnişti. Fabrikadan ayrılmak zorunda kaldıklarında öfkelerini sendikacıların yüzüne çarpmaları da bunun parçası oldu. Tam da bu nedenle, fabrikadan çıkar çıkmaz tüm işçilerin “Yaşasın kadın dayanışması” sloganını atması kadın işçilerin iradesini görünür kılan, unutulmaz bir an oldu.

Alba Plastik

TÜRK-İŞ’e bağlı Petrol-İş Sendikası Gebze Şubesi’ne üyelik çalışması yapan 4 işçi Ağustos 2021’de işten atıldı. 3 ayrı işletmeden oluşan Alba Plastik, adından da anlaşılacağı üzere plastik enjeksiyon fabrikası. 300 civarı işçinin çalıştığı fabrikada, çalışanlar içerisinde kadın işçi oranı yüzde 90. Henüz sendika yüzde 50+1 çoğunluğuna ulaşmadan atılan işçiler fabrika önünde direnişe başladığında, işçilerle görüşerek hem çalışma koşullarını hem de atılma nedenlerini öğrenmiştik. 2 kadın 2 erkek işçinin atıldığı fabrikada kadın işçilere su içmek için 5 saniye bile izin verilmediğini anlatmışlardı. Pandemide KÇÖ farkını ödeyen patron, bu farkı işçileri borçlandırarak kapatmış. Ustalar, makinelerin çevrim sürelerini düşürerek saat başı adet sayısını yetiştirilemeyecek şekilde arttırmış. Fabrikaya işe alım sırasında kadınların özellikle boşanmış olmasına özen göstermişler. Böylece işyeri, kendince en fazla ihtiyaç sahibi olan kadınları işe alarak dikensiz gül bahçesi yaratmak istemiş. İşe ‘muhtaç’ oldukları için pek çok şeye sessiz kalacakları düşünülmüş, aslında uzun zaman boyunca öyle de olmuş. Ta ki bıçak kemiğe dayanana kadar.

Alba Plastik direnişi 3 ay sürdü. Petrol-İş yönetimi, fabrika içerisinde örgütlenme çalışması yapanların sosyalist hareketler içerisinde yer alması nedeniyle politik görüş farklılıklarından ötürü direnişçileri yalnız bıraktı. Herhangi bir maddi destek sunmadığı gibi, sendikanın önlüğünü dahi vermedi. Bu sırada 2 kadın işçi daha atıldı. Kendi maddi imkanlarıyla ancak 3 ay direnebilen işçiler, bu süreçte fabrika içerisinde kadın işçilere yönelik cinsel tacizi teşhir ettiler. Çalışırken yönetimin kolladığı erkekler ve amirler tarafından cinsel tacize ve buna bağlı olarak mobbinge maruz kaldıklarında, şikayetlerinin reddedildiğini ve kadınların suçlu gösterilmeye çalışıldığını aktardılar.

Kadın işçiler fabrikalarda sıklıkla cinsel tacize maruz kalıyor ve çoğu zaman kadınlar bu tacizlerle çeşitli yöntemlerle baş etmeye ve kendilerini korumaya çalışıyorlar. Alba Plastik’te ise cinsel taciz artık “baş edilemeyecek” bir noktaya geldiğinde, tacize maruz kalan kadın işçiyi gören diğer işçiler makineleri durdurarak iş bırakmış. Aktardıklarına göre, bütün vardiyanın iş bıraktığı bu eylemde, amirler çağırılarak tacizcilerden birinin işten çıkarılması talep edilmiş. Yönetim işçileri ikna edemeyince “halledeceğiz” diyerek işçilere teminat vermiş, ancak sonrasında hızlıca, eylemi başlatan işçileri işten çıkararak faili koruma altına almıştı. Atılan işçilerin sürdürdüğü direnişte fabrikanın bu tutumu teşhir olmaya başlayınca fail ancak günler sonra işten çıkarıldı.

Bu direniş, kadın işçilere yönelik cinsel tacize karşı makine kapatarak iş durdurulan ilk eylem olması açısından kritik öneme sahip. Maalesef basında yeteri kadar yer bulamadı ve görünürlüğü sınırlı kaldı. Bunun bir nedeni de sendikanın tutumu oldu. İşçi direnişlerinde kadın işçilerin özellikle cinsiyet ayrımcılığı, cinsel şiddet ve mobbing üzerine taleplerinin karşılık bulmasında, fabrika yönetimleri kadar sendikalar da rol oynuyor. Alba Plastik’te de Petrol-İş sendikasının Flormar direnişinden bugüne geldiği nokta, kadınlara yönelik özel alan çalışmalarından vazgeçmesi ve sendika üyesi olan politik kimlikli işçileri tasfiye etmesi negatif bir etki yarattı. Sendikaya bağlı bir fabrika temsilcisinin “Tacizi şova çevirdiniz, anlatmayı bırakın artık, içerideki kadın işçilere zarar veriyor bu söylemleriniz” demesi, sendika şube başkanının “Taciz, kadınla erkeğin arasında yaşanan kişisel bir meseledir. Araya girmeye gerek yok” diyebilmesi, sendika genel başkanının ise “Flormar’da 2 milyon harcadık da ne oldu? 1 tane bile üye yok” şeklinde çıkışması bunun bir yansıması oldu. 

Farplas Otomotiv

Otomotiv sektörüne plastik parçalar üreten Farplas’ın Toyota, Hyundai, Mercedes, Renault, Tofaş, Ford gibi markalarla çalıştığı biliniyor. 4 işletmede 1500’ün üzerinde çalışanı olan Farplas’ta ağırlıklı olarak kadın işçiler çalışıyor. Geçmiş yıllarda birkaç kez sendikal çalışma yürütülen ancak başarılı olunamayan fabrikanın iş kolunu metal olarak değiştirdiği biliniyor. 2022 yılı Ocak ayında yapılan maaş zammının kişiye göre belirlenmesi üzerine işçilerden itirazlar yükselmeye başladı. Maaşına yalnızca 50 TL zam yapılan kadın işçiler “50 lira için mi bunlara katlanıyoruz” diyerek enjeksiyon makinelerini kapattılar. Devreden vardiyadaki kadın işçiler de makine kapatarak iş durdurma eylemine başladılar. Dalga dalga tüm bölümlere yayılan eylemlerde, işçiler idari ofislerin bulunduğu Farplas1 bahçesinde toplanarak eylem yapmaya devam ettiler. İşyeri yönetimi eylemleri durduramayınca işçilerden bir hafta süre isteyerek maaşlarda iyileştirme yapacağını söyledi ve işten atmama sözü verdi. İşçiler bir haftanın dolmasını beklerken Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze 2 No’lu Şube’ye giderek üye olmaya başladılar. İşyeri yönetimi ise onları işten atmaya başladı. İşçiler tazminatsız ve yukarıda bahsedilen kodlarla işten atıldılar. İşsizlik maaşı da alamadılar.

İşten atılan işçiler sendikayla birlikte fabrika önünde direnişe başladı. Direniş sırasında, fabrikada özellikle kadın işçilerin çalışma yaşamında edindiği ve İş Kanunu ile güvence altına alınmış haklarının dahi gasp edildiği gerçeği ortaya çıktı. Örneğin Farplas’ın kreş hakkını yalnızca beyaz yakalılarla sınırlı tuttuğu öğrenildi. Farplas’ın, kadın istihdamını artırmak için sağlanan devlet teşviklerinden faydalanarak büyüdüğü ve cirosunu katladığı anlaşıldı. Yüksek tonajlı enjeksiyon makinelerinde çalışan erkek işçilerin aynı makinelerde çalışması istenen kadın işçilerden daha fazla ücret aldığı, kadın işçilerin ücretlerinde iyileştirme yapılmadığı görüldü. Eşit ücret isteyen kadınlara ise “Sen zaten evde ancak ek gelir sağlıyorsun, fazlasını ne yapacaksın” şeklinde cevaplar verildiği öğrenildi. Bu sırada kadınların günlük 12 saate varan çalışma süreleriyle sömürüldüğü, yorgun düştüğü anlatıldı. Böylece, cinsel taciz ve mobbingin yaygın olduğu fabrikada kadın emeğinin son derece değersizleştirildiği, buna rağmen firmanın reklamlarının ise tam tersini anlattığı durumun ikiyüzlülüğü ayyuka çıkmış oldu. 

Fabrika önünde direniş devam ederken işgal eylemi kararı alınarak 30 Ocak gecesi, atılan işçiler fabrika içerisine girdi. İşçiler sloganlarla yürüyüş yaparken fabrikanın giriş ve çıkış kapıları açıktı ve üretim devam ediyordu. Sonrasında polis saldırısı olacağı öğrenildi. Bunun üzerine kendilerini çatıya kapatan işçiler burada sabah saatlerine kadar sloganlarla beklediler. Fabrikaya giren polis, üretimi durdurup çalışan işçileri sözde ‘güvenli’ bölümlere kapatarak başlarında nöbet tuttu. Aynı anlarda, müdahale nedeniyle çatıdan düşme tehlikesi olan işçileri ise şiddet uygulayarak gözaltına aldı. Gözaltına alınan kadın işçilerden bazıları bu sırada polisin kendilerine cinsiyetçi küfürler ederek merdivenlerden aşağı atmaya çalıştığını aktardı. Bazı kadınlar ise sinir krizi geçirdikleri bu gözaltı sonrasında fabrika önü direnişinden ayrıldılar.

Direnişin ilk günlerinden itibaren artık gelirleri olmayacağını bilen işçiler sendikanın kendilerine sağlayacağı dayanışma ücretinin ne olacağını sordular. Ancak birinci ayın sonuna doğru cevap alabildiler. “Normalde sendikamızın aylık 750 TL gibi bir ödemesi var. Bu para kimsenin kirasına bile yetmez. Direnişler paraya göre yürütülmez arkadaşlar. Biz yine de bunu 1.500 TL olarak güncelledik” denildi. Asgari ücretin dahi 4253 TL olduğu bu dönemde, asgari ücretten yüksek maaşlar aldıklarını hatırlatan Farplas işçilerine başka bir güvence verilmedi. Bu durum çocuklu bekar kadın işçiler, engelli kadın işçiler, çocuğunun kreş parasını ödeyen kadınlar, daha doğrusu ev geçindiren kadınlarda kırılma yarattı. Defalarca tartışılmasına rağmen sonuç alınamadı. Kadınlar bir süre sendika bünyesindeki diğer fabrikaların gıda kolisi gibi dayanışmalar sağlamasıyla günlerini geçirdiler. 

Bu süreçte yine sendikayla da kim sorunlar yaşandı. Kadın işçilerin azarlanması, söz hakkının engellemesi, onları yok sayan davranışlardan çekinilmemesi ve buna sendika yöneticilerinin müdahale etmemesi problem yarattı. Bunlar nedeniyle eylem ve direniş alanlarında güvensizlik büyümeye başladı ve işçiler arasında da huzursuzluk çıktı. Sendika ise bu tür krizleri aşmadı ve işçilerin karşı karşıya gelmesini engelleyecek bir politika üretmedi. İşçiler arasındaki güvensizliğin artmasına bir sebep ise örneğin çocuğu küçük olduğu için direniş alanına gelemeyen veya çeşitli sebeplerle düzenli gelemeyen kadınlar varken ancak direniş alanına her gün gelecek olanlara dayanışma ücreti verilmesine dair söylemler oldu.

Kadın işçiler davranışları nedeniyle rahatsızlık duyulan, dayanışan kadınlara şiddet uygulamaya kalkan bir şube yöneticisini şikâyet etmek üzere şubeye gittiler. Bir sonuca ulaşılamadı. Bu süreçte hem Yoksulluğa Feminist İsyan Kampanya grubu hem DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu Farplas direnişini ziyaret etti. Yaşanan bu sorunlar kadın işçiler tarafından aktarılmak istenmesine rağmen sendika, kadınları anlatmamaları için ikna etti. İkna edemediği kadınlar ise direniş alanından uzaklaştı. Sendikanın kadın komisyonunun da çeşitli gerekçelerle bu süreçte eleştirilerin açıkça konuşulması yönünde tutum almadığını not etmek gerekir. Buna özellikle vurgu yapılmasının sebebi, şubeler düzeyinde ve sendika içinde kadın işçilerle kurulan ilişkilere dair sorunların ve cinsiyet eşitsizliğine karşı kadın işçilerin taleplerinin gündem edilmesinde kadın komisyonunun önemli bir kazanım olması ve rolünün kritik olması.

Farplas direnişi boyunca dile getirilen konulardan biri kadınların kreş talebiydi. Burada yasal olarak henüz denenmemiş olsa dahi geriye dönük olarak kreş tazmini davası açmayı konuştuk. İşçilerin sendikacılar ile yaptıkları konuşmalarda “İşveren en fazla aylık ceza öder, oradan bir sonuç çıkmaz” denildi. Bunun üzerine sendika dışından avukatlarla görüşüldü. Avukatlar böylesi bir dava konusu ve toplu davanın ilk olacağını söyledi ve emsal olması adına yapılabileceği yönünde tavsiyelerde bulundular. Ancak herhangi bir geliri olmayan kadınlar dava dosya masrafı ve diğer giderleri nasıl karşılayacaklarını bilemediler. Sendika ise konuyu sürekli erteledi. Direnişin bir an önce bitmesini isteyen Farplas patronunun, arabuluculuk sürecinde işçilere kıdem, ihbar ve sendikal tazminatları için sunduğu ücret teklifinin altına “geriye dönük kreş ödemesini yaparsanız kabul ederim” cümlesini yazmalarına da izin vermedi. Dolayısıyla, Farplas işçisi kadınların dile getirdiği cinsel taciz, mobbing, şiddet karşıtı mücadele ve kreş hakkı ne yazık ki slogan olmaktan öteye taşınamadı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlaması fabrika önünde yapıldı ve kutlamadan kısa bir süre sonra direniş bitirildi. 

Tüm bunlara rağmen, Mitsuba ve Farplas direnişinde kadın işçiler açısından bu sendikanın tarihinde bir ilk de yaşandı. Sendikalarla yıllardır tartıştığımız konulardan biri olan kadın ve LGBTİ+’ların, sendikaların örgütlü olduğu fabrikalarda işe alınması bu iki direniş sonrasında gerçekleşti. Ancak burada bile tercihi yapan erkek sendikacılar, kadınları, “anlaşabildikleri” ve “anlaşamadıkları” kadınlar şeklinde ayrıştırdılar ve sorunları dile getiren kadınları dışarıda bırakmak için bir yol buldular. Makineleri kapatarak eylemleri başlatan kadınlar bu imkândan faydalanamadı. 

Sendikanın yetki belgesine yapılan itirazlar hala mahkemede. Direniş bittikten sonra farklı taşeronlarla yoluna devam eden Farplas’ta işçiler TÜRK-İŞ’e bağlı Türk Metal Sendikası’na zorla üye yapılmaya çalışıldı. Türk Metal’e geçmek istemeyen işçilere anlaşmalı çıkış baskısı uygulandı. Yüzden fazla işçi, içerideki baskıya dayanamayarak bu anlaşmaları kabul etti ve ayrıldı. Aralarından bir kadın işçi henüz süt iznini kullanırken işten çıkartıldı. Sendika üyesi olmasına rağmen sendika avukatına başvurmadı. Kendisine dışarıdan avukat ayarlandı ve mahkemesi devam ediyor. LGBTİ+ olduğunu paylaşan bir işçiyi sendika hala atanmış cinsiyetiyle biliyor. Bu konuda ayrımcı davranacağını düşündüğü, “maço” olarak adlandırdığı sendikacıların bunu bilmemesinin kendisi açısından daha iyi olacağını söylüyor. 

Hala sendikanın propaganda içerikli görsellerinde Mitsuba ve Farplas ağırlıklı olarak yer alıyor. Son derece görünür olmasına rağmen kadın işçilerin yaşadığı onlarca soruna dair ajitatif söylemlerden öteye gidilemedi, istekleri talebe dönüştürülemedi ve direniş bu anlamda herhangi bir kazanımla sonuçlanmadı.

Pas South

Tekirdağ Çerkezköy’de bulunan Pas South fabrikasında işçiler Petrol-İş Sendikası Trakya Şubesi’ne üye oldukları için işten atıldılar. Atılan 19 işçiden 16’sı kadın işçiydi. 214 kişinin çalıştığı fabrikada ise kadın işçi sayısı 160’tı. Kadın işçilerle erkekler arasında ücret eşitsizliğinin derin olduğunu çalışırken de sık sık söyleyen kadınların çalışma koşulları oldukça ağırdı. Ağırlıklı montaj yapan Pas South’ta 7 kişilik ekipler halinde, koşa koşa çalışan kadınlar, nasıl çalıştıklarına kimsenin inanmayacağını düşünerek çektikleri videoları izlettiler bize. Hakikaten koşarak çalışan kadınlar bu esnada yerdeki kablolara takılarak düşüyor, montaj makinelerine çarparak yaralanıyorlardı. Arçelik, BSH, Varicon gibi markaların beyaz eşyalarının yan ürünlerini yaparken kıdem ve ustalık hakları ellerinden alınmış. Pas South işçileri ücretlerin çok düşük olduğunu söylerken sık sık “Ama esas bize çok mobbing yapıyorlardı, yıllık izinlerimizi bile kullandırtmadılar, ücretsiz izne çıkarmaya çalıştılar, mesaileri zorunlu kılıyorlardı, iş kazası geçirmemiz yasaktı, çayı bile evimizden getiriyorduk” diyerek daha çok maruz kaldıkları kötü muamelelere içerlediklerini anlattılar. Asıl olarak da İSG önlemleri alınmadığı için elektrik çarpa çarpa çalışmanın kendileri için katlanılamaz hale geldiğini ısrarla söylüyorlardı. Çoğunlukla çalışma koşullarına karşı oluşan tepki sonucu sendikaya üye olmaya karar vermişlerdi.

Şubat 2022’de başlayan direniş sırasında, atılan işçilerin çalışırken talep ettikleri ancak verilmeyen hakların neredeyse tamamı, hala içerde çalışan işçilere verilmeye başlanmıştı. Kadınlar haklı olarak kazanımların kendi direnişleriyle olmasının gururunu yaşıyorlardı. Tek talepleri sendikalı olarak işe geri dönmekti. Bu dönüşün onlara kazandırdığı zaferle, fabrikayı kendileri için insani koşullarda çalışabilecekleri bir üretim alanına çevirebileceklerine büyük bir özgüvenle inanıyorlardı. Dedikleri gibi de yaptılar. Patronun sendikanın yetkisine itiraz ettiği mahkeme süreci devam ederken TİS masasına oturuldu ve işe geri dönmek isteyen tüm işçiler geri alındı. Direnişteki kadın işçilerden üçü fabrikada sendika temsilcisi oldu. Bir fabrikada baş temsilci de dahil tüm temsilcilerin kadın olduğu tek fabrika olarak duruyor Pas South.

Bu direniş, son yıllardaki en önemli kazanımlardan biri oldu. Ama TİS masasına oturulduktan sonra haberini yapamadık. Direniş günlerinde kadın işçilere rahatça ulaşabiliyorken, TİS sürecinde sendikaların “süreç kritik olduğu için” haber yapılmasını istememesi epey tanıdık bir durum. Bir süredir bu tür direnişlerde kadın işçiler direniş alanında başarının elde edilmesi için önemli bir konumda, ancak sonrasındaki pazarlık sürecinde sesleri duyulmuyor. Bu anlamıyla kadın işçiler direnişin başarıya ulaşması için “görevlerini tamamlamış”, sonrası ise sendikadaki erkeklerin masa başındaki “usta pazarlığına” kalmış, kadın işçilere ise artık “gerek kalmamıştır.” Dolayısıyla, ücret artışı dışında kadınların hangi taleplerinin sözleşmede yer aldığını bilemiyoruz. Ancak kadınların direnişinin erkek sendikacıları parlattığını biliyoruz.

ETF Tekstil

İstanbul Tuzla Orhanlı’da bulunan ETF Tekstil’in işçileri, 30 Temmuz 2022’de ekonomik nedenlerle fabrikayı kapatacağını duyuran patronun işçi alacaklarını ödemeden fabrikayı kapatmasını engellemeye çalıştı. Aslında sendikanın yaklaşık olarak 2 yıldır bu durumdan haberdar olduğu, ikramiyelerin ve sosyal hakların verilmediği ETF’de, iş bırakma eylemi yapmayı öneren tekstil işçisi kadınlara sendikanın izin vermediği öğrenildi. Yıllardır Deriteks Sendikası’nda örgütlü olan işçiler fabrikanın kapanış tarihi yaklaşırken kendileri iş bırakarak hak edişlerinin ödenmesini istediler. Direnişin ilk gününde “yaptığınız eylem suç teşkil ediyor, işinizin başına gidin” diyen sendika, işçilerin tavizsiz duruşunu görünce “tamam işgalse işgal, biz sizinleyiz” diyerek eylemleri kendi inisiyatifine aldı. 

Patronun içeride kalan işlerini parça parça çıkarmasını engellemeye çalışan işçiler polis tarafından püskürtüldü. Patron Sanem Dikmen, yıllardır kadın emeğini korkunç bir biçimde sömürürken aynı zamanda Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı olarak prestij elde etmekteydi. Kadınları ağır koşullarda çalıştırırken “Kadın ustalar yetiştiriyorum” reklamı yapıyordu. Fabrikanın kadın işçilere sunduğu kreşi kadınları sömürü koşullarında tutmak için kullanıyordu. Kadınlar ağır çalışma koşullarına ve asgari ücrete yakın maaşlara ETF’de kreş olduğu için yıllarca katlandıklarını aktardılar. 300’den fazla işçinin çalıştığı fabrikanın yüzde 80’i kadın olmasına rağmen regl izninin TİS’lerde hiç geçmediğini ve ustaların bu konuda hiçbir kadına müsamaha göstermediğini anlattılar. Kadınlar mobbing uygulayan ustalara karşı imza toplayıp tüm sorunlarını kendileri çözmeye çalışmışlar. Sendikal örgütlülük olmasına rağmen çoğunlukla yalnız kalmışlar. Bu nedenle son noktada artık sendikadan onay almaya ihtiyaç duymadan eylemleri başlatmışlar.

Fabrikanın önünde 7/24 direnişte olan işçiler, direniş süresince sendikadan dayanışma ücreti alamadıkları için maddi dayanışma etkinlikleri düzenlediler. Dayanışma ücreti ödenmemesine gerekçe olarak sendikanın sendikal baraja takıldığı için üye aidatları alamadığı ve bütçesi olmadığı söylendi. Eylemler devam ederken ETF işçisi bir kadın, fabrikanın çatısına çıkarak haklarının ödenmesini istedi. Kadın örgütlerinin sık sık ziyaret ettiği ve gündeme taşıdığı direniş, işçilerin hak edişlerinin yarıya yakınını almasıyla sonlandı. Bazı işçiler ise arabuluculuk sürecinde, kendilerine ‘teklif’ edilen kıdem ve ihbar tazminatı, aylık hak ediş hesaplamasını kabul etmeyerek dava açma yoluna gitti. Hiçbir geliri olmayan ve fabrika önüne dahi gitmekte artık zorlanan kadınların büyük bir kısmı anlaşmaya razı gelmek zorunda kaldı. Böylesine büyük bir dayanışma olmasaydı, işçiler ETF patronunun iktidarla kurduğu güçlü ilişkiler sayesinde, kendilerine tek kuruş vermeden tüm alacaklarına el koyacak kadar pervasız olduğunu söylüyordu. Bu yazıda bahsettiğimiz direnişler içerisinde ETF’nin özgünlüğü, sendikanın kadın sekreterinin her gün direniş alanında işçilerle bir arada olmasıydı. ETF işçisiyken yönetime seçilmiş olmasının da bunda büyük bir etkisi olduğu kuşkusuz.

Nersoy Tekstil

Zonguldak Çaycuma Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) bulunan Nersoy Tekstil fabrikası işçileri HAK-İŞ’e bağlı Öz İplik-İş Sendikası’na üye olmak istediklerinde, patron, üye işçileri 2022’nin ağustos ayında Kod 46’yla işten attı. 300’ü aşkın çalışanın olduğu fabrikanın yüzde 60’ı kadın. Kreş açma zorunluluğu olan fabrikada kadınların hamile kalması dahi yasaktı. Kadın işçiler giyim kuşamlarına karışılırken, süreklileşen fazla mesai dayatmasıyla birlikte hakaret ve küfürsüz günlerinin olmadığını anlatıyorlardı.

Aktarılanlara göre 30-40 kg ağırlığında kasaları kaldırmak zorunda bırakılan kadın işçilerin, regl günlerinde çalışma koşullarından ötürü regl olduklarını unuttukları için kıyafetlerine bulaştığı günler olmuş. Bu durumu, robot hızında çalıştırılırken su içmek ve tuvalete gitmek bile yasaklandığı için yaşamışlar. Sonrasında da amirler, kendi dayatmaları nedeniyle kan bulaşmasını yine kadınları aşağılamak için kullanmışlar. İş kazası geçiren, yorgunluktan bayılan, hasta olanlar 5-10 dakika dinlendirildikten sonra iş başı yaptırılmışlar. Anlatılan bir olayda, trafik kazası geçiren kadınlardan bir tanesi rapor alınca İnsan Kaynakları (İK) kadına inanmayarak iş yerine çağırıp çıplak vücudunda kazaya dair iz aramak istemiş. Böylece cinsel taciz İK eliyle uygulanmaya ve meşrulaştırılmaya çalışmış. Dolayısıyla burada kadın işçiler açısından insanlık dışı çalışma koşulları ibaresinin dahi hafif kaldığı bir çalışma ortamının olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Kadın işçiler, tüm bu baskıları sendikada örgütlenerek ortadan kaldırabileceklerine inandıklarında FETÖcü olmakla suçlanarak işten atılmış ve fabrika önünde direnişe başlamışlardı. İşten atılan 25 işçiden 20’si kadındı. Valilik, adli makamlar ve jandarmayla iyi ilişkileri olan Nersoy Tekstil patronu, işçilerin fabrika önündeki direnişini yasaklattığı için direniş OSB girişine taşındı. Yerel gazeteler dışında gündem olmayan bu direnişi, Kasım ayında tesadüfen Öz İplik-İş Sendikası’na üye işçilerden birinin kendi sosyal medya hesabında paylaşmasıyla öğrenmiştik. Kendileriyle iletişime geçip önce telefonla röportaj yaptık. Koşulları ve kadın işçilerin tüm hayatına müdahale edildiğini öğrendiğimizde de Zonguldak’a gittik.

Zara’ya erkek boxerı üreten firmada çalışan kadın işçilerin tamamına yakını ya psikiyatrik ilaçlar kullanıyorlar ya da aktarlardan ‘psikolojik sorunlara iyi geldiği, rahatlattığı, sakinleştirdiği’ söylenen bitkisel takviyeler kullanıyorlar. Değersizlik hissini son derece ağır yaşayan kadınlar, erkek ustalar ve bakımcılar tarafından maruz kaldıkları tacizi, psikolojik ve ekonomik şiddeti anlatırken de yeniden yaşıyorlardı. Tüm bunları Kadınİşçi olarak 3 hafta boyunca 3 haber yaparak gündeme taşıdık. Yapılan haberlerden önce Zara (Inditex grubu) haberdar oldu. Firmaya, sendikal nedenlerle işçilerin işten atılamayacağını hatırlattığında, yönetim bu sefer Kadınİşçi’yi hedef aldı, işçileri tehdit ederek hakkımızda şikâyet ettirdi. 

Küçük bir bölge olan Çaycuma’da tüm tekstil atölye ve fabrikalarına, atılan işçilerin isimleri bildirilerek işe alınmamaları için baskı uygulayan Nersoy Tekstil patronu, direnişin gündem olması nedeniyle sendikayla pazarlığa oturdu. Aralık ayında Öz İplik-İş’in Ankara’daki Genel Merkezi’ne çağrılan işçilere, Genel Başkan Rafi Ay, Nersoy patronunun ‘teklifini’ ileterek kabul etmekten başka bir şansları olmadığını söyledi. Bu dayatma sonucunda işçilerin işten çıkış kodunu değiştireceğini, kıdem ve ihbar tazminatlarını ödeyeceği garantisi veren patronun sicili temizlenecek ve Zara’yla sorun yaşamayacaktı. Kabul etmek istemeyen kadın işçilere sendikanın bünyesinde olan fabrikalarda işe alım sözü verildi, böylece Nersoy Tekstil patronunun ‘teklifini’ kabul etmeye zorlandılar. Devam eden günlerde işyeri ve sendika yetkilileri karşılıklı olarak birbirleri hakkında yaptıkları tüm şikayetleri geri çektiler ve dolayısıyla davaya dönüşmedi. Fabrikada zaten yasal çoğunluğu sağlayamayan sendikanın örgütlenme çalışması da son bulmuş oldu.

Acarsoy Tekstil

Başta Zara olmak üzere ünlü markalar için iplik üretimi yapan Acarsoy Tekstil’de kadın işçiler, Öz İplik-İş Sendikası’na üye oldular. Bursa Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan fabrika önünde, yasal çoğunluk sağlanamadan işten atılan beş kadın işçiden dördü 5 buçuk ay süren direnişe başladı. 10 Mart’ta başlayan direnişte, fabrika içerisindeki çalışma koşullarını anlatan kadın işçiler, üretim alanlarında cinsiyet eşitsizliğinin had safhada olduğuna dikkati çektiler. 

Çalışanların yüzde 70’inin kadın olduğu fabrikada kreş hakkı sağlanırken kadın işçilere yönelik cinsel taciz, fazla mesai dayatması, molaların gasp edilmesi, performans uygulamasına tabi tutularak haklarında tutanaklar tutulması ve yoğun mobbing söz konusuydu. Kadın işçiler asgari ücretle çalışırken erkek işçiler en az 1000 TL fazla ücret alıyordu. Yani eşdeğerde işe eşit ücret verilmiyordu. Geçmiş yıllarda, işe yeni başlayan kadın işçilere en az 2 yıl hamile kalmayacaklarına yönelik sözleşmeler de imzalatılmıştı. Bu sözleşmeler nedeniyle hamileliğini gizlemek için korse takan kadın işçilerden düşük yapanlar olmuştu. İşyeri içerisindeki cinsel taciz faili erkekleri şikâyet ettiklerinde, İK’nın, katledilen kadınları örnek vererek “şikâyet ettiğinizde öldürülebilirsiniz” cevaplarıyla karşılaşan kadınların şikayet etmeleri engellenmeye çalışılmıştı. Kendilerine dayatılan ağır çalışma koşullarına karşı sendikal örgütlenme yapan kadınlar, erkek işçilerin “Bize karışan yok, sendikaya niye üye olalım” şeklinde cevap verdiklerini de anlatmışlardı. Yani tamamen kadınlara yönelik olan baskılara karşı yine kadınlar örgütlenmeye çalışmış ve bunların hepsine bir son vermek istemişti. Direniş süresince de atılan kadın işçiler yaşadıklarını korkusuzca dile getirdiler.

Acarsoy Tekstil işçisi kadınların direnişi yüzüncü gününe yaklaşırken feministler tarafından fabrika önüne ziyaretler yapıldı. Inditex Grubu başta olmak üzere Acarsoy’un iplik ürettiği firmalara şikayetler iletildi, dilekçeler yazıldı. Yoksulluğa Feminist İsyan kampanya grubunun yürüttüğü bu eylemlilik sürecinde mağazalardaki kıyafetlere etiketler asıldı ve kadın milletvekilleri direnişi meclise taşıdı. Ortak yapılan güçlü eylemlerin örgütlendiği bu süreçte ilklerden biri daha yaşandı. Uzun yıllardır ilk defa, fabrika önündeki direniş sürerken fabrika içerisinde yasal çoğunluk sağlandı ve sendika Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yetki başvurusunda bulunabildi. İş yaptığı firmalardan da baskı görmeye başlayan Acarsoy Tekstil patronu yetkiye itiraz etmeyeceğini açıklayınca, sendikanın TİS masasına oturacağı garantilendi.

Patronun yaptığı açıklamanın ardından, direnişteki kadınların direniş süresince yaşadığı ve ‘direniş zarar görmesin’ diyerek ötelemek zorunda kaldığı tüm sorunlar sendikadaki erkek yöneticiler tarafından kavga ve ayrıştırma sebebi haline getirildi. Kadın işçilerin direnişe karşı sorumluluğu olduğu dillendirilerek kimi konularda susmaya biraz da mecbur bırakılmaları hemen her direnişte karşılaştığımız bir durum. Bunların sonucunda 2 kadın direnişçi sendikadan çekilerek kendi imkanlarıyla iş arama sürecine girdiler. 2 kadın direnişçi ise sendikanın il başkanlığında göreve başladı. Sektör örgütlenmesinde il bazında yeterli sayıya ulaşılamadığı için sendika hala şube olarak görünmüyor, il başkanlığı olarak devam ediyor. 

Barutçu Tekstil

Yine Bursa Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Barutçu Tekstil işçisi kadınlar, Acarsoy Direnişi’nden aldıkları güçle, yine Öz İplik-İş Sendikası’nda örgütlenmeye başladılar. 400’ü aşkın işçinin çalıştığı fabrika Bonotto, Inditex, LCW, EmirAli, Ünlü gibi markalara kumaş üretiyordu. Ağırlıklı kadınların çalıştığı fabrikadaki kadın işçilerin neredeyse tamamı, yıllardır tekstil sektöründe kalifiye işçi olarak çalışıyordu. Sendikal örgütlenme çalışması duyulduğunda, Ekim 2022’de, önce 4 kadın işçi, devam eden günlerde ise 5 kadın işçi daha atıldı. Kodlarla işten atılan 9 kadın işçinin yine fabrika önünde direnişe başladığında anlattıkları çalışma koşulları, Acarsoy Tekstil ile çok benzerdi. Her gün aşağılanarak hakaretlere maruz kalan kadın işçiler, Barutçu’da düşük ücretlerle çalışıyorlardı ve en son karşılaştıkları onur kırıcı muameleye itiraz ettikleri için sendikada örgütlenmişlerdi.

Fazla mesai ücretleri elden verilerek asgari ücretle çalıştırılan kadınlar, hamilelik döneminde yönetim tarafından zorla gece vardiyalarına yazılmış. Patronun mafya-vari ilişkileri olduğunu bilen kadın işçiler, kendilerine verilen ağır işleri yapmak zorunda kalmışlar. Ağlaya ağlaya fazla mesai yapmışlar. Tuvalete dakika tutularak gitmişler. Birçoğunun sinir sıkışması, karpal tünel, fıtık, fibromiyalji gibi hastalıklardan elleri uyuşmasına rağmen hızlı çalışmaları için baskıyla karşılaşmışlar. Patronlar, bütün bu iş yükünü yıktıkları kadınlara “Biz bir aileyiz, bu işlerin yetişmesi lazım ki eve ekmek götürebilesiniz, yoksa bu firma kapatılır” diyerek duygusal manipülasyon uygulamış. Sabah 6.30’da işbaşı yapıp 12 saate varan mesailerle çalıştıkları için iş kazalarına açık hale gelmişler.     

Direniş başladıktan kısa bir süre sonra işçilerin yanına giderek yaptığımız görüşmelerde cinsel tacize dair anlatımlarını haberleştirmiştik. Devam eden günlerde içeride çalışan kadın işçilerin aktardığına göre, tacizin varlığını inkâr eden işyeri yönetimi ve failler, hal ve hareketlerine, kadın işçilere olan davranışlarına dikkat etmeye başlamışlar. Değersizlik hissiyle boğuşan kadın işçiler bu gelişmeden oldukça memnun olduklarını dile getirmelerine rağmen, sendika üyeliği olanların ‘terörist’ ilan edilmesinden dolayı bu tedirginlikten tam anlamıyla kurtulamadıklarını söylediler.

Direnişe destek ziyaretinde bulunan feministler, Barutçu Tekstil işçisi kadınların yaşadığı sorunları ve taleplerini dinleyerek yeni bir kampanya süreci başlatmayı kararlaştırmıştı. Fabrikadaki kadınların anayasal hakları korunarak sendikalı olarak işe iade edilmeleri talebiyle eylemler örgütlenmeye çalışılırken 6 Şubat depremiyle gündem değişmek zorunda kaldı. Direnişe devam eden kadın işçiler, depremzede kadınlarla dayanışmak için direniş alanında, el örgüsü işler yaparak deprem bölgelerine ulaştırdılar. Bu sırada sendika içinde kimi şeffaf olmayan süreçler yaşandı, zaten muhafazakar aileleriyle sorun yaşayan ve terörist olarak yaftalanan kadınlar direniş alanına gelemez oldu. Mart 2023’te kazanım sağlanamadan direniş dağıldı. Direnişteki kadın işçilerin bazıları sendikanın yönlendirdiği fabrikalarda işbaşı yaptılar.

Alpin Çorap

Son yıllara damgasını vuran direnişlerden bahsederken Esenyurt’taki Alpin Çorap işçisi kadınların 2 günden fazla süren işgal eylemine değinmemek olmaz. Bu direnişteki işçilerle içeriden irtibat kurma imkânımız ne yazık ki olmadı. Bir anda dalga dalga yayılan işçi eylemlilikleri içerisinde, tüm taleplerini kabul ettiren Alpin Çorap’taki tekstil işçisi kadınlar bir tek kişiyi bile işten attırmamayı başarmışlardı. İlk olarak 1 Şubat 2022 tarihinde, Ocak ayında yapılan zammın çok düşük olduğunu görünce eylem yapmışlardı. Aynı süreçte düşük ücretlere karşı yapılan eylemler içerisinde, en yüksek zammı alarak zafer kazanmışlardı. Üstelik bu kazanımı herhangi bir sendika ya da başka bir kitle örgütüne üye olmadan, onlara dayanmadan, kendi başlarına elde etmişlerdi. İşgal eylemi süresince kadın işçileri işten atmakla tehdit eden Alpin Çorap patronu Haziran ayına kadar sessizliğini korudu. Haziran 2022’de 20 işçiyi işten attı. Böylece eylemlerin intikamını alan Alpin Çorap patronu, işçilerin basına konuşması ya da yasal süreç başlatması durumunda bir daha herhangi bir işyerinde çalışamayacakları tehdidinde de bulundu. Bunun da etkili olması nedeniyle işçilerle görüşüp haberleştirememiştik. Ancak aylar sonra bir kadın işçi atılma nedenini anlatabilmişti. Fabrikada Deriteks Sendikası’nın üyeleri olduğunu biliyoruz ancak henüz yasal çoğunluk sağlanmış değil.

Agrobay Seracılık, Burda Bebek, Özak Tekstil

Yakın dönem kazanım ve kayıplarıyla kadın işçi direnişi olarak tariflediğimiz eylem ve direnişleri hem içeriden hem de feminist bakışla değerlendirmeye çalıştık. Her ne kadar eleştirel bir perspektifimiz olsa da, kuşkusuz ki kadınların yer aldığı her eylem, direniş, grev yeni birikimleri ve yeni deneyimleri beraberinde getiriyor. Bugün, Agrobay Seracılık direnişçisi kadınların çalışma koşulları, sendikalaşma mücadelesi ve iktidar-patron-muhalefet-kolluk ittifakına karşı sürdürdüğü tavizsiz direnişi bu bağlamda okumak gerekiyor. Kadın işçilerin ucuz işgücü olarak kullanılmasına karşı biriken öfke, mobbing, hakaret, değersizleştirme, yok sayma ve her türlü insanlık dışı muameleye karşı mücadeleye dönüştü. Agrobay’da, Şentürk ailesinin devasa sermaye birikimini yıllardır kölelik koşullarında çalışmak zorunda bırakılan tarım işçisi kadınların üzerinden sağladığını, tazminatsız ve kodlarla işten atılan kadın işçilerin anlatımıyla öğrendik. Direniş 150 günü aştı. Yoksulluğa Feminist İsyan kampanya grubu ve feministlerin sosyal medya eylemleri ve Agrobay’ın Avrupa’ya ihracat yaptığı firmalara (örn. Almanya’da LİDL süpermarket zinciri) yaptığı şikayetlerle, direnişçilerin taleplerinin kabul edilmesine çalışılıyor. Kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmesi, sendikal tazminatın verilmesi, işten çıkış kodlarının değiştirilmesi ve kendilerine yönelik davaların geri çekilmesini içeren bu taleplere yönelik feministlerin destek kampanyası, bağımsız sendika olarak işçilerin tercih ettiği Tarım-Sen ile birlikte yürütülüyor. Bu deneyim, sürecin sendikayla temas halinde yürütülmesi yanıyla da oldukça önemli bir yerde duruyor. Feministler açısından, bağımsız sendikalarla daha çok ilişki kurulmasına vesile olması umut verici bir gelişme.

Agrobay’daki tarım işçisi kadınların direnişiyle eş dönemde Sakarya Hendek’te Burda Bebek fabrikasındaki kadın işçilerin fabrika önü direnişi ve Urfa’da Özak Tektil işçilerinin sarı sendikalara karşı başlattığı mücadele de benzer talepleri içeriyor. Hepsinin bazı özgünlükleri ve kimi farkları olsa da bu direnişleri kadın işçilerin eşdeğerde iş yapmasına rağmen eşit ücret alamayışı, üzerlerindeki mobbing ve baskı, meslek hastalıklarına daha fazla yakalanmaları, iş kazalarında cinsiyet ayrımı yapılarak iş dağılımı yapılması, şiddet ve hakarete karşı açığa çıkan bir itiraz olarak da görmek gerekiyor. Direnişte ikinci ayına yaklaşan Burda Bebek işçisi kadınların ve 50 gündür türlü saldırılara karşı ölümü göze alarak direnmeye devam eden Özak Tekstil işçisi kadınların direnişleri de feministlerin ve kadın hareketinin gündeminde olan eylemlilikler olarak duruyor. Elbette bu hareketlerin gücü ve gerçekliği oranında dahil olabileceği, destekleyebileceği kadın işçi eylemlilikleri içerisinde, kadınların istemlerini somut talebe dönüştürdüklerini gördüğümüz bu üç direniş, yeni dönemde gelişecek olan kadın işçi eylem ve direnişlerine yeni bir rehber olacaktır.

Kadın işçi direnişleri neden erkeklere yarıyor?

Kazanımla sonuçlansın ya da sonuçlanmasın kadın işçi eylemleri ve direnişleri son yıllarda daha görünür olmaya başladı. Sendikal örgütlenme çalışmaları içerisinde, eylem, direniş ve grevlerde aktif olarak yer alan, hatta öncü olan kadınların, direnişler sonrasında kendi yaşamlarına ‘sessizce’ çekildiğine dikkat çekmek gerekiyor. İşçi mücadeleleri içerisinde yer alan kadınların yaşadığı fişlenme tehdidi, ‘ahlaki gerekçe’ olarak lanse edilen kodlarla işten atılma korkusu, aile baskısı, yalnızlaştırma, sendikal mobbing, direnişlerde maddi desteklerin yetersiz kalması ya da hiç olmayışı, ev içi bakım emeği yükünün kadınlara direniş süreçlerinde daha fazla dayatılması gibi durumlar, direnişlerin kadınların yaşamında dönüştürücü bir etkisi olmasına engel oluyor. İstisnai örnekler var elbette, ancak genele sirayet etmediği için kadın işçilerin örgütlü grev, direniş gibi süreçlerde yer almalarına rağmen neden yoğun olarak örgütlenmediklerini/örgütlenemediklerini irdelemek daha doğru olacaktır.

Yukarıda özetlenen direnişler içerisinde, eylemleri başlatan, son güne kadar fire vermeden, kendi yaşamından fedakârlık ederek yürütmeye çalışan kadın işçilerin, sendikalarda neredeyse sadece erkeklerle muhatap edilmeleri, örgütlenme süreçlerinde en çok dillendirilen sorunlardan biri. Kadın komisyonu/komitesi/kolları olan ve sendikal barajı aşmış ‘ana akım sendikalar’ın direniş alanlarında neden kadın örgütlenme/eğitim uzmanları konumlandırmadığı önemli bir mesele. Bunu soran kadın işçilere ise sendikalar tarafından      geçiştiren, konuyu kapatan cevaplar veriliyor. Bu da aslında sendikaların kendi cinsiyet eşitliği politikalarının ve bunlar için mücadele eden kadınların varlığının, örgütlendikleri fabrikalardaki kadın işçiler açısından ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. Burada önemli bir nokta daha sendikaların, feminist mücadelenin yarattığı ilkeleri, kazanımları içselleştirmese bile bunlarla ters düşmeye çekinebildiğini, bu nedenle feminist ve kadın hareketinin burada tam anlamıyla farkında olmadığı bir dışarıdan etki potansiyeli olduğunu görmek. Bu etkinin farkında olunmaması da kadın işçi direnişlerinin istenen sonuca erişmesinin önündeki engellerden biri. Elbette hareketin kapasitesini, gerçekliğini ve gücünü göz önüne almak önemli. Ancak yazıda anlatmaya çalıştığımız direnişlerin önemli bir kısmında, kadın işçilerin ve onlara destek veren kadınların yaşadığı sorunları kadın örgütlerine ya da feministlere aktaracağını dile getirdiğinde öyle ya da böyle çözülmeye çalışıldığına, sürecin hızlandığına tanığız. Yani feministlerin sözleri tam karşılık bulmasa da, bahsinin geçmesinin harekete geçirici bir etkisi var.

Sonuç olarak, genellikle direniş belli bir görünürlük elde ettikten sonra sendikanın yetkisinin ne zaman geleceği ve sürecin ilgili sendikanın aldığı kararlar doğrultusunda nasıl devam ettirileceği anlatılıyor. İşçilerden istenen ise fabrika önünde bekleyişe devam etmeleri oluyor. Direnişlerin ilk günlerindeki heyecan zamanla elbette tüm işçilerde azalıyor. Kadın işçilerin sendikalardaki bu anlayışla karşılaşmaları ve kadınların çalışma yaşamının ‘iyileştirilmesine’ yönelik masa başında alınan kararların uygulanmadığını fark etmeleri de direnişlerden kopmaları başlatıyor.

Bir noktada direnişler bitiyor. Özellikle kadınlar ağır ekonomik yüklerle baş başa kalıyor. Zaten direniş sürecinde de bir ölçüde yok sayılıyorlar, dinlenilmiyorlar, talepleri öncelik haline gelmiyor. Yıllardır ‘bu işi yapan’ sendikacı adamlar tarafından ‘sen ne biliyorsun ki, biz yıllardır bu alandayız’ gibi tepkilerle susturuluyorlar. Yani bir yandan mücadeleye görünürlük katmaları beklenirken sesleri de çok çıkmasın isteniyor. Bu sırada sendikalarda sorumlu konumdaki erkeklerin prestiji artıyor, sendikada yükseliyorlar ve bu direnişler onların başarısı sayılıyor. Daha açık konuşmak gerekirse, kadın işçi direnişlerinin kamuoyunda oldukça etkili olduğunun, geniş bir karşılık bulduğunun farkında olan erkekler, feministlerin ve kadın hareketinin kazanımlarını kendi koltukları ve prestijleri için kullanırken çeşitli yöntem ve araçlarla da işin bu yüzünü perdeliyorlar. İşçi sınıfı literatüründe bu ve benzer durumlara ilişkin çok net, durumu özetleyen bir tespit var: “Burada ekmek var.”

Elbette bu süreçlerin işçiler açısından kimi pozitif sonuçları da oluyor. Fabrikalar içerisindeki ağır koşullar kısmen iyileştiriliyor, ücretler yükseltiliyor, kimi sosyal haklar veriliyor. Tüm bunlar da sendikaların başarı grafiği için kullanılıyor. Bu sırada sendikalar, genel olarak erkek egemen siyaset ve yönetim biçimlerinden aşina olduğumuz üzere, kadınları ayrıştıran ve yalnızlaştıran yöntemler izleyebiliyorlar. Bu yöntemlerden biri de ‘makbul kadın’ yaratma. Bunun sonucunda, bir biçimde, kimi işçi kadınlar sendikanın örgütlü olduğu bir fabrikada işe alınıyor, bir işyerine temsilci olarak atanıyor, mitinglerde görünür oluyor. Kimileri ise yok sayılıyor ve yalnızlaştırılıyor. Bu konuda çıkan tartışmalarda ise “Liyakati görmezden geliyorsunuz” gibi savunularla, ya da “kadınları işe aldırıyoruz işte daha neyi tartışıyorsunuz?” minvalinde sorularla karşılaşıyoruz, sendika düşmanı olarak afişe ediliyoruz. Ancak kadınlar için gerçek kazanımlar elde edebilmek istiyorsak, bu yöntemi uygulayan sendikaların ve birimlerin liyakati esas alarak hareket etmediğini görmek ve göstermek gerekiyor. Burada sendikalar tarafından ‘seçilenlerin’ sendikacı erkeklerle nasıl ilişkilendiği, onlarla çatışmaya girip girmediği en önemli kriter olarak kabul ediliyor. Kadınları arka planda bu türden bir rıza inşasına zorlayan nedenleri ayrıca tartışmak gerekiyor. Ama bu biçimde bir yere gelen kadınların bile sayılarının çok düşük olduğunu da vurgulamak lazım. Bağımsız sendikalarda elbette durum böyle değil, çok daha ümit verici. Ancak onlar da sendikal barajın altında kaldıkları için Toplu İş Sözleşmesi yetkileri yok ve üye aidatı alamıyorlar, temsilci atayamıyorlar/seçemiyorlar, dolayısıyla örgütlenmede ciddi bir handikap yaşıyorlar. Mücadele fiili ve daha sert ilerlemek durumunda kalıyor. Bu da kadın işçiler için toplumsal dayatmalar karşısında yeni riskler oluşturabiliyor.

Taleplerinin bu görülmeme, duyulmama hali, zamanla direnişlerden uzaklaşma veya direniş sonrasında yalnızlaşma gibi sorunlarla baş eden, yani hem çalıştıkları iş yerinde hem örgütlendikleri sendikada ayrımcılıkla mücadele eden kadın işçiler, özellikle kadın örgütlerinin, feministlerin veya içinde kadınların kalabalık olduğu grupların ziyaretiyle oldukça iyi hissettiklerini söylüyorlar. Bu kadınların sadece patronlar karşısında değil, sendikalar içinde de güçlenmesini sağlıyor. Bunun için kadın işçilerle gerçek ve kalıcı ilişkiler kurmak gerekiyor. Özellikle çalışma koşullarının ağırlaştığı, enflasyonun yükseldiği, ücretlerin geçimi sağlamadığı bu kriz koşullarında işçi eylemlerinin artacağını öngörmek zor değil. Daha az ücret alan, işyerinde cinsel taciz, mobbing ve hakarete uğrayan, kimi yerde hamilelik yasaklarıyla kimi yerde kreş haklarının gaspıyla boğuşan kadın işçiler de şüphesiz bu süreçlerde aktif ve önde olacak. Bunun sonucunda kadın işçilerin gerçekten haklarını elde edebilmeleri için patronların emeğe el koymasına karşı mücadelenin yanı sıra bu alanda cinsiyet eşitsizliği ve kadın emeğinin işyerinde, evde, sendikada patriyarka tarafından ücretli-ücretsiz sömürüsüyle ortak mücadele de vazgeçilmez olmalı. 

[1] Yasaya göre, Toplu İş Sözleşmesi yapabilmek için bir sendikanın kurulu olduğu işkolunda çalışan tüm işçilerin en az %1’i ile ilgili işyerinde çalışan işçilerin %50+1’ini üye yapmış olması gerekiyor.